Sebze Yemez Misin Küçük Kız?

Yemek konusu, hassas iştir anneler arasında. Daha önce de yazdığım gibi; her anne, çocuğunun doyma eşiğini farklı olarak belirler, çocuktan tamamen bağımsız olarak. Bu, genelde bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Karşımızdakinin doyup doymadığına biz karar veririz. Bu karar verme çocuklarımızla başlar, misafirlerimize kadar gider. Mesela, tabağında börek mi bırakmış misafirimiz, hemen başlar “Aaa, olmaz ama, lütfen onu da ye!” diye cümleler. Aslına bakarsan, bayağı komik milletiz yahu. Düşünsene, eve gelmiş misafirimize bir nevi “O tabak bitecek” baskısı yapıyoruz alttan alttan.

Benim annem mesela, iki çocuk annesi koca kadın olmama rağmen, hala ne kadar yersem yiyeyim “kuş kadar yediğim” sonucuna varıyor. Ya da masadaki dokunmadığım her bir yemeği, inatla önüme önüme iteliyor. Önceleri kızardım da, şimdi gülüyorum basbayağı. Böyle bir kültürde yetişmişiz. Ben de, elimden geldiğince bunun farkında olarak çocuklarımı yetiştirmeye çalışıyorum ama illa ki bir yerlerde, genetik ve kültürel mirasım devreye girmeye çalışıyor ya da ucundan azıcık giriyor ya da gireyazıyor…

Çocuklarımın yemek seçimlerine karışmıyorum çünkü neyi seçeceklerini ben koyuyorum önlerine genellikle. Benim önlerine koyduğum seçenekler arasından, istediklerini, istedikleri kadar yesinler. Elbette, her çocuk gibi benimkilerin de favori yemekleri var. Ama onları çeşitlendirmek adına, sebze yemeklerini de sofradan hiç eksik etmiyorum. Bir de Kağan, açlık sınırlarında yaşamayı tercih eden bir çocuk olduğundan dolayı, “az yiyor bari öz yesin” mantığıyla özellikle dikkat ediyorum bu konuya. Sebze yemekleri, bir köfte patatesin yerini tutmasa da, yine de rağbet görüyor evde. Tabii, bazı sebzeler için özel çaba sarf etmem gerekebiliyor. Çaba dediysem, öyle büyütülecek bir şey değil. Sadece biraz hayal gücü gerekiyor.

Yemeye nazlandıkları sebzeler için hikayeler uyduruveriyorum hemen. Görmelisin; öyle zamanlarda, bir yandan yemeklerini kaşıklarken, bir yandan da nasıl hevesle dinliyorlar beni. Hikaye bittiğinde, tabak tertemiz oluyor ve o hikayeyi, o sebzeyi her yiyecekleri zaman hatırlıyorlar. Böylece o yemeği yerken, mırın kırın da etmiyorlar. Gerçi Kağan artık büyüdü bu iş için ama, kardeşine anlatırken, o da nasipleniyor, el mecbur.

Mesela, bizim meşhur bir “karnabahar yemeği” hikayemiz var. Evet, hikaye çok saçma olabilir; evet, harika bir şekilde kurgulanmamış olabilir ama çok eğlenceli ve gerçekten bizde işe yarıyor. Öyle bir heyecanla anlatıyorum ki, inanır mısın, benim bile bir tabak daha yiyesim geliyor. Hikayeyi de yazacağım bir sonra ki yazıda, ama gülmek, ne biçim olmuş demek yok. Anlaştık mı? Sonuca bakalım; işe yaradı mı? Yaradı. O zaman tamam.

Çocuğuna, “Hadi bakalım önündeki sebze yemeğini ye” desen de, o yemeğin içindeki bilumum vitaminleri yavruna sıralasan da, bunlar yemek konusunda çokta etkili olmaz. Kesin bilgi. En güzeli, onun keyif alacağı şekilde, isteyerek yemeklerini yemesini sağlamak. Elbette, her yemek için gerekli değil böyle yaratıcı hikayeler uydurmak. Ben sadece, belli başlı yemekler için uyguluyorum bu hikaye işini.
Eee, anneysek eğer, her işe pratik çözümler üretmek ve elbette bu çözümleri başka annelerle paylaşmak da bizim işimiz. Anneliğin gücü adına:)