KALBİ BÜYÜK, İĞNESİ KÜÇÜK ÇOCUK HEMŞİRELERİ…

Çocuk hemşiresi olabilmek, onun dünyasına girebilmem, önce oyuncak bebeğin tansiyonu ölçmekten geçerdi. Hemşirelik öğrenimimde maket üzerinde yapardık çoğu uygulamalarımızı. Ama hiçbir hocam bahsetmemişti meslek hayatımda da durumun böyle olacağından. Ondan olmalı ki hiç zorlanmadım oyuncak bebeğe damar yolu açarken. Oyuncak bebeğinin hemşiresi “ O “, onun hemşiresi ben oldum çoğu zaman. Eğer can yakacak bir uygulama yapılacaksa oyuncak bebeğe; ancak pansuman gibi can yakmayan uygulamalarda kendisi için izin çıkardı.. Pazarlıkla geçerdi çoğu uygulama öncelerim, genelde de ben kaybederdim.. Kıyamazdım laf aramızda…

Şimşek McQeen kullanırken dikkatsiz sürücü trafik kazası yapar, ambulans gelir ve yaralanmış sürücüye olay yerinde müdahale eder… Ben yazardım senaryoyu Şimşek McQeen hayranı bir çocuğun tedavisini yapabilmek için… Hastane koridorunda dakikalarca Şimşek McQeen’ i kullanırdı.. Bende sabırla rolümü oynayacak anı beklerdim.. Oyun oynamanın zevkli gelmesinden midir yoksa gerçekten unutup beni arkadaşı gibi görerek oyuna dalmasından mıdır bilinmez süre uzarda uzardı.. ama beklerdim, sabırla bekledim.. Rolüm geldiğinde de elimde ki tedavi tepsisini direksiyon misali kullanarak, ambulans sesi çıkara çıkara yanına gider yapardım tedavisini.

Bazen de pepe hemşire olurdum. Pepe dans ediyor, pepe hasta, pepe yemeğini yememiş, pepe ders çalışmalı.. Uzar giderdi senaryolar. Çocuk ruhumdan olsa gerek hayal dünyamda ki kahramanlarda, senaryolar da bitmezdi bende.

Çocuğu hasta olan bir anne… Onun gözlerindeki endişe, korku, kaygı, kızgınlık, nefret, koruma hissi, öfke…. Hepsini gördüm ben! Hatta daha fazlasını. Canından çok sevdiği, herşeyi uğruna verebileceği küçük meleğini, dünyasını başka birinin ellerine çaresizce teslimiyeti… O an hissederdim; içten içe kızardı bana. Hatta belki nefret ederdi. Haksız da değil de hani… Dünyadaki en önemli varlığını, yavrusunu ağlatıyordum, canını acıtıyordum.. Onun saçının bir teline bile zarar gelmesini istemeyen annesi nasıl kızmasın, nasıl nefret etmesin benden… Tabii ki annesinin hissettiği duyguları hiçbirimiz hissedemeyiz, bunu iddia etmiyorum… Ama anlıyoruz, anlıyordum… Çocuk hemşireliğini aşkla yaparken nasıl kıyabilirdim onlara… Sanmayın ki hemşireler acımasız, sadece işinin profesyonelliğindendir o duygusuz bakışlar… Her enjeksiyonda, her damar yolu takılışında o minik gözlerin yaşları sel olur bizim yüreğimizde…Onların bir gülüşü bahara çevirir hasta odasını.. Minik hastalarımızın çiçek kokusu dolar içimize…

Çok tuhaftır ama unutmam isimlerini hiç birinin. Bunun nasıl olduğunu sorsanız, hep düşünmüşümdür ama, bende de yok cevabı.. Bilmiyorum… Bazen bahar mevsimi gibi çocuk hemşiresi olmak.. İçimi ısıtan güneş parçası aslında tüm küçük yürekler… Mutluluk veren, yeşili, mavisiyle yeniden hayat bulan bahar mevsimi… Bazen kış mevsimi gibi, soğuk, canımı acıtan ve içimi kanatan… Bazen de sonbahar gibi tek tek dökülen hayatımdan.. Ama iz bırakan….