Okul Mu Çocuğu?

Size bir sır vereyim mi?

O minik bebeklerimiz var ya, kundaklara sardığımız… Onlar işte, çok hızlı büyüyor. Bedenimizin içinde de dışında da hayret verici bir hızla büyüyor. Şöyle tarif edersem daha açıklayıcı olacağını umuyorum; ortalama göz açıp kapayıncaya kadarki zaman dilimine tekabül eden sürede bir bakıyorsunuz ki, a-aa okula başlıyor! Bu da işte böyle bir hayat demek ki.

***

Yiğit oğlum 6 buçuk yaşında okula başladı. Öncesinde herhangi bir kreş veya ana okulu tecrübesi olmamıştı. Yani topluma tam manasıyla ve doğrudan, ancak ilk okul birinci sınıfta karışabildi. Geçen seneden bahsediyorum. O yoğun ve karmaşık duygularla başetmeye çalıştığım zamanlardan…

Okul açılmadan önce anne-baba-çocuk ve +1 bebekle heyecan içinde alışveriş yaptık. Okul çantası, beslenme çantası, suluk falan alırken hayat normal akışında devam ediyor gibiydi. Herhangi bir duygusal çalkalanma yoktu yani. Ta ki Yiğit’e mağazada okul forması giydirene kadar…

Yani aslında giydirirken de pek bir şey hissetmedim, o an yalnızca doğru bedeni bulma çabası içindeydim. Mağazada iğne atsan yere düşmüyordu bu arada. Başımı bir anda kaldırıp çocuğuma, pardon ”minik bebeğime” baktığım o ilk an… Burnumun kemiğine bir acı saplandı ve bu acı  kafatasımı yalnızca, gözlerimden foş foş yaşlar akıtmam şartıyla terketti. İnsan gerçekten hayret ediyor.

Tamam kabul, dün değil; ama dünden az biraz daha uzun zaman önce mağazadaki en küçük zıbın bile büyük geliyorken, bugün hayatında ilk kez gri kumaş pantolon giyiyor. Beyaz tişört ve lacivert süveter herhangi bir insanoğluna bu denli yakışabilir mi? Ne zaman? Hangi ara?

Tabii ki ağlayacaktım, delirmeyin.

***

Eve döndüğümüzde ise, az önce mağazada yaşadığım olay sebebiyle kendime ve hedeflerime duyduğum inanç çoktan zedelenmişti. Şunu demek istiyorum; çocuğumun okula alışma sürecini daha kolay atlatabilmesi için evvela benim sağlam durmam gerekiyordu ya, güya. İşte ben henüz ilk okul zili çalmamışken derin duygular besleme yoluna gidiverdim. Okul açıldığında elimde olmadan takınacağım duygusal tavır sebebiyle kendimden bir miktar korktum ve o akşam bu konu sebebiyle epey yıprandım.

Derken günlerden pazartesi… Öğleden sonra ilk kez okul koridorlarında kendim için değil doğurduğum çocuk için salınacağım, çok acayip cidden. Çocuğum öğlenci olsa da ben beslenmesi dahil her şeyini geceden hazırlamışım. Çünkü tez canlılıkta sınır tanımamak böyledir, siz bilmezsiniz.

O gün Deniz kızım 6 aylıktı ve aralıksız ağlıyordu. Canlı ve cansız tüm objeleri bir araya getirip evden çıkmak, tahmin edileceği gibi tam bir kaostu. Benden ona yansıyan kaygıyı saymazsak, Yiğit oğlum oldukça sakin ve hatta cool görünüyordu. Bence bunun bir maske olma ihtimali çok yüksek.

Okula gittik. Öğretmen ve sınıf olayını netledikten sonra, Deniz’i babama bırakıp Yiğit’le sınıfına girdik. Veli arkadaşlar elbette ki öğretmenin etrafını sarmıştı. Usulca yaklaştığımız an öğretmenle göz göze geldik. Yiğit geriye doğru bir adım atıp başını gövdeme yasladı. Ben de bilinçli olarak sıkı sıkı sarıldım. Sonra öğretmen oturduğu yerden kalkıp Yiğit’e yöneldi. Elini omzuna koyup selamlaştı, ki bu bence Yiğit’in okul hakkında bir fikir sahibi olması için aşşırı önemli bir şeydi.

Sonra herkes bir yerlere oturdu ve klasik konuşma başladı:

”Yeni eğitim öğretim yılı hepimiz için hayırlı olsun.”

Bu cümlenin anne kalbinde sebep olacağı duygusal fırtınadan bihaberdim evvelinde. Ve tabii ki yine ağladım. Aslına bakarsanız son 6 aydır her şeye ağlıyordum. Neredeyse hiç uyumadığım için sinirlerim yıpranmış ve bu sebeple dokunsalar ağlayacak halde olabilirdim, evet kabul. Fakat bu cümlenin tesiri tüm bunlardan bağımsızdı, ayırt edebiliyordum. Çünkü daha dün mağazadaki en küçük zıbın bile büyük gelfjahbfjhasdjksa ŞŞŞ TAMAM.

***

Üçüncü teneffüs geldiğinde Yiğit’e Deniz’le ilgilenmek için eve gidip gelmem gerektiğini söyledim. Sonrası ise, sonsuz şükürlere dolanan bir hayret… Ben kucağımda bebekle günlerce, belki haftalarca okul bahçelerinde sabır çekerek çile doldurmayı falan beklerken, Yiğit’in dudaklarından ”Gelmene gerek yok, akşam beni almaya gelsen yeter.” gibi bir cümle döküldü.

Donakalmak ve delirmiş gibi dans etmek arasında gel gitler yaşarken sanırım sinir krizi geçiriyordum. Yüksek tondan giriş yaptığım ”Neeeeee!!!’ şeklindeki nidam dindikten sonra eve gittim, Deniz’i ve bizzat kendi şahsımı sakinleştirip geri döndüm.

Hülasa, serin kanlılığımla güç vermeyi planladığım birinin serin kanlılığıyla güç buldum. İlk oksijeni soluduğu andan itibaren bana bilmediğim bir çok şeyi öğreten yegane öğretmenimden, o gün bir kez daha harikulade bir şey öğrendim:

”Sakin ol, her şey elbette yoluna girecek. Belki beklediğinden daha hızlı, belki de daha yavaş. Ama her şey mutlaka yoluna girecek.”

***

Bizim bu süreci son derece rahat atlatmamızın iki temel sebebi var bence.

Birincisi, Yiğit’le aramızda bir şekilde güvenli bağlanma sağlamışız şükür ki. Yani, şeeyy…inşallah.

Çünkü uzmanlar, ”Ebeveyne güvenli bağlanmayan çocuk, güvenli ayrılamaz.” diyor. Yani çocuk evvelinde anne-baba veya kendisiyle ilgilenen ebeveyn ile arasında koşulsuz sevgi ve sağlıklı bir kalp bağı kurabilmişse, ebeveynden ayrılması gereken noktada kaybetme korkusu duymuyor…muş.

İkincisi, öğretmen faktörü. Yiğit, sınıfa girdiğimiz ik dakikalarda, kaygısını beden diliyle gayet net belli etti. Benim ona sıkıca sarılarak vermeye çalıştığım mesaj ise, ”Korkma, seni asla bırakmayacağım.” mesajıydı. Öğretmen şefkatle başını okşayıp samimiyet gösterince Yiğit kalelerini yıktı ve gönül rızasıyla teslim oldu. Ebeveynden güvenli ayrılıp öğretmene güvenli bağlandı yani.

O bana git diyene kadar ben beklemeyi düşünüyordum zaten. Sadece, bu umduğumdan çok daha kısa sürede oldu. Çünkü uzmanlar, ”Çocuğunuz öğretmene güvenli bağlanmadan okulu terketmeyin.” diyor.

Bazı uzmanlar bence cidden süper uzman. Bazı bilgiler altın değerinde. Minik kalbine yayılan bir sürü karmakarışık duyguyla baş etmeye çalışan çocuklara ise, herhangi bir paha biçemiyorum.

En çok da onlara sevgiler,

Ve başarılar,

Ceylan.